Pozitif psikoloji ve pozitif psikoterapi
Pozitif psikoloji akımının gelişim süreci
II. Dünya Savaşı'ndan önce, psikolojinin üç ayrı görevi vardı. Bunlar: Zihinsel hastalıkları iyileştirmek, tüm insanların yaşamlarını daha üretken ve doyurucu kılmak ve yüksek yetenekleri tanımlamak ve geliştirmek. Savaştan hemen sonra, her ikisi de ekonomik olan iki olay psikolojinin çehresini değiştirmiştir. 1946'da, Gaziler İdaresi kuruldu ve binlerce psikolog, ruhsal hastalıkları tedavi etmeyi başarabileceklerini keşfetti. 1947'de, kurulan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü, hastalık modeline dayanıyordu ve akademisyenlerin araştırmaları patoloji ile ilgiliyse bu araştırmalara hibe desteği veriliyordu. Bu nedenle de çevresel stres unsurlarının olumsuz etkileriyle ilgili yapılan araştırmalarda bu dönemde bir patlama yaşanmış ve psikolojinin ampirik odağı, bireysel ıstırabın değerlendirilmesi ve iyileştirilmesine kaymıştır (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2014).
Bu süreçte Klinik Psikologlar ve Psikiyatristler bireysel alandaki patolojiyi tedavi etmeye uğraşırken, Sosyal psikologlar da toplumdaki sorunlara odaklanmıştır. Sorun odaklı bu yaklaşım bazı önemli faydalar sağlamış olsa da hem bireylerin hem de toplumların olumlu özelliklerinin görülüp geliştirilmesi konusunun ihmal edilmesine neden olmuştur (Luthans, 2002). İnsanların güçlü ve iyi yönlerinden ziyade zayıf yönlerine odaklanan hastalık merkezli bu modelin temel amacı patolojiyi tedavi etmekti. Bu bakış açısı birçok ruhsal hastalığın tanı ve teşhisi için önemli faydalar sağlamıştır; ancak beraberinde de psikolojinin insanların yaşamlarını daha iyi hale getiren diğer misyonlarının göz ardı edilerek sadece hastalıkla ve sorunlarla uğraşan bir bilim olarak algılanmasına neden olmuştur. Luthans (2002) psikolojinin; sorunları önlemek, insanların güçlü yönlerini geliştirmek ve hasar onarmak şeklinde üç temel amacının olduğunu ifade etmektedir. Ruh sağlığı hizmetlerinin tek amacının ruhsal sorunlara yönelik tedavi ve müdahale programları uygulamak olmadığını, ruh sağlığı hizmetlerinin asıl amacının insanların var olan güçlü yönlerini açığa çıkarmak ve refah düzeyini yükseltecek bir ortam oluşturmaktır (Seligman,1998)
Çünkü “İnsan özünde iyidir ve davranışlarına yön veren en önemli güç kendini gerçekleştirme güdüsüdür”
İnsancıl psikoloji (Fenomonoloji) yaklaşımını benimseyen psikologlar, insanın özünde iyi olduğunu varsaymaktadır. Maslow (1954), psikoloji biliminin insanın olumsuz yönlerine odaklandığını ve pozitif yönlerine odaklanmakta yetersiz kaldığını uzun yıllar önce ifade etmiştir. Bu anlamda pozitif psikoloji kavramını ilk olarak Maslow’un kullandığını görmekteyiz. Yukarıda bahsettiğimiz süreçlerin etkisi ile ikinci dünya savaşından sonra ağırlık kazanan patoloji odaklı görüş ilerleyen yıllarda değişerek insanların olumlu yönlerine odaklanan “pozitif psikoloji” anlayışı gelişmeye ve önemli bir ilgi görmeye başlamıştır (Seligman, Steen, Park ve Peterson, 2005; Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000).
Literatüre bakıldığında insancıl psikoloji akımı (Fenomonoloji) ile başlayan “Pozitif psikoloji” yaklaşımı araştırmacılar tarafından çeşitli başlıklar altında incelenmektedir. Pozitif psikoterapi ise pozitif psikoloji kuramının müdahale yöntemlerinden biri olarak sistematik şekilde uygulanan terapi yöntemidir. Pozitif psikoloji kuramının psikoterapi alanındaki yansımaları daha çok Peseschkian ve Seligman adları ile ön plana çıkmıştır. Bu nedenle de kitabımızda daha çok Pesesschkian’ın ve Seligman ve arkadaşlarının pozitif psikoterapi yaklaşımı üzerinde durulacaktır. Pozitif psikoloji yaklaşımının psikoterapi uygulamalarına yansıması ilk olarak İran’da doğup büyüyen ve Almanya’da tıp eğitimi alan Psikiyatrist Dr. Nossrat Peseschkian’ın çalışmaları ile başlamıştır.
Peseschkian, kültürlerarası uygulanabilirliği olan bir terapötik yaklaşım geliştirme çalışmaları sonucunda 1968 yılında Almanya’da pozitif psikoloji ilkelerine dayanan bir terapötik yöntem olarak Pozitif Psikoterapi(PPT) yaklaşımını ortaya koymuştur. Doğunun bilgeliği ve sezgisel düşüncesini, yeni psikoterapötik bilgi ile birleştiren Peseschkian’ın psikodinamik psikoterapi, hümanist psikoloji ve kültürlerarası psikoterapi ekollerinden faydalanan bu yeni modeli hem kültürlerarası uygulanabilirliği olan hem de iyi yapılandırılmış, kanıta dayalı, kaynak odaklı, bütünleştirici ve aynı zamanda da kendine has özelliklere sahip bir psikoterapi yaklaşımı olarak dikkat çekmiştir (Peseschkian ve Tritt, 1998).
Peseschkian’ın dikkat çeken çalışmaları 1977 yılında Almanya’da yazdığı ve Pozitif Psikoterapi modelini anlattığı kitabı ile kısa sürede büyük bir ilgi görmüştür. Bu ilgi Almanya ile sınırlı kalmamış ve yazdığı kitap İngilizceye çevrilerek kısa sürede ABD ve İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede yayın evleri tarafından basılmış, çeşitli üniversitelerin kütüphanelerindeki yerini almıştır. Aynı yıllarda Alman Pozitif Psikoterapi Derneği kurulmuş ve PPT Avrupa Psikoterapi Birliği tarafından da onaylanmıştır (Cope, 2014). Bugün ABD ve Kanada dışında altmışın üzerinde ülkede Peseschkian’ın temellendirdiği anlayışla çalışan pozitif psikoloji çalışma merkezi bulunmaktadır. ABD’de ise Seligman ve Csikszentmihaly'nin Peseschkian’a atıf yapmadan ve ondan farklılaşarak ilerlediği dikkat çeken pozitif psikoloji çalışmaları yaptığı görülmektedir. Bu iki araştırmacının yazdığı makalelerin ABD’de yayınlanmasından sonra, pozitif psikoloji hareketi daha büyük bir hız kazanmıştır. Uluslararası Pozitif Psikoloji Derneği kurulmuş ve bu derneğin çalışmaları, bugün dünyadaki en kapsamlı araştırma ağları arasında yer almaktadır.
Pozitif Psikoterapi
"Pozitif" kelimesinin yaygın olarak bilinen anlamı “olumlu” olmakla birlikte orijinal anlamı, Latince, positum, "gerçek" ve "verilen-varolan" anlamına gelir. Kişinin, var olan kapasitelerinin farkında olması ve onları geliştirmeye çaba göstermesi; ancak ona “verilen” ve “gerçek” olanların fark edilerek kabul edilmesi ile gerçekleşebilir. Var olan şey gerçek olarak kabul edildiğinde, hayatın getirdiklerine daha olumlu ve kabullenici bir tutum benimsemek kolaylaşır. Tabiki kişinin var olanı kabullenmesi çaresizce bir kadercilik anlayışı ile hiçbir şey yapmadan beklemesi anlamına da gelmemektedir. Çünkü bir kişi için gerçek ve var olan şey sadece çatışmalar değil aynı zamanda bu çatışmalarla mücadele etme kapasiteleridir (Cope, 2014).
Pozitif psikoterapi, bireyin olumlu duygularını, yapıcı davranışlarını ve sosyal bağlarını güçlendirmek için çaba gösterir (Seligman, Parks, ve Steen, 2004 ). Pozitif psikoterapi, öznel, bireysel ve grup olmak üzer üç alanı incelemeye odaklanmaktadır. PPT öznel alanda kişinin şimdiki ve geçmiş yaşantısı ile ilgili memnuniyete odaklanır. Geçmişi kabullenme ve yaşanmışlıklardan tatmin olma, gelecekle ilgili iyimser ve umutlu olma; şimdiki zamanla ilgili ise uyumun artırılması, akış ve mutluluk gibi süreçlere önem vermektedir. Bireysel düzeyde ise; sevme ve sevilme, mesleki yetenekler ve kapasite, kişilerarası ilişki becerisi, cesaret, sabır, geleceğe odaklanma, estetik olmak, maneviyat, affedicilik, özgünlük, yetenek ve bilgeliğe odaklanmaktadır. Grup düzeyinde de çalışan PPT bu alanda ise; alçakgönüllülük, uzlaşmacılık, hoşgörü, nezaket, özgecilik, yardım gibi kişide aidiyet duygusu ve vatandaşlık bilinci oluşturmayla ilgilenir (Seligman ve Csikszentmihalyi, 2000).
Pozitif Psikoterapi temel varsayımı insanın doğası gereği bir çok beceri ve potansiyele sahip olduğu, bu beceri ve potansiyeli kullanarak hastalık ve sorunları ile baş edebileceği şeklindedir. Bu nedenle de bireyin var olan öz kaynaklarını açığa çıkarmaya çalışan ve çatışma çözümüne odaklanan bir psikoterapi yaklaşımı ortaya koymaktadır (Hayran, 2013). İnsanların doğuştan sahip olduğu bazı kapasiteleri vardır ve Pozitif Psikoterapi uygulamalarında kişinin yaşadığı sorunlar kişinin doğuştan gelen bu kapasiteleri vurgulanarak pozitif olarak yeniden yorumlanmaktadır. Örneğin, kişinin yaşadığı depresyon, sadece olumsuz yönüyle ele alınmamaktadır. Depresyon aynı zamanda kişinin onda var olan ve olaylara duygusallıkla tepki verebilme becerisi şeklinde yorumlanır. Aynı şekilde kişinin yalnız kalma korkusu sadece bir yetersizlik olarak değil, başka insanlarla iletişim kurma ihtiyacının bir ifade ediliş şekli olarak da yorumlanır (Tuğba Sarı 2015).
Pozitif Psikoterapi (PPT) yaklaşımında kişilerin yaşadığı sorunların çözümü için onların pozitif yönlerine odaklanarak bozulan yaşam dengesini yeniden sağlamak nihai hedef olarak amaçlanır. Bu nedenle de PPT klasik psikoterapi yaklaşımlarının öncelikle semptomları azaltmaya yönelik müdahale yaklaşımlarının aksine olumluya odaklanmakta ve kişilerin olumlu duygularını, olumlu bilişlerini ve olumlu davranışlarını artırmayı amaçlayan eğitim, egzersiz ve terapi müdahalelerinden oluşan bir yaklaşım ortaya koymaktadır. PPT, genel uygulamalarda kısa süreli psikoterapi için ideal bir yaklaşım olmakla birlikte uzun süreli terapi şeklinde de yapılandırılabilecek bir esnekliğe sahiptir (Peseschkian, 2002).
Pozitif Psikoterapide Süreç nasıl işler
Pozitif psikoterapinin konsültasyon, umut ve denge olmak üzere üç temel ilkesi vardır (Peseschkian, 1980) bunlar:
1. Konsültasyon ilkesi:
Bu ilke ilişki ağlarını ifade etmektedir ve kişinin yaşadığı sorunların çözümü için sosyal çevresindeki bireylerle ilişki içine girmesi anlamına gelmektedir (Sinici, Aydın ve Öznur, 2018). Konsultasyon ilkesine göre, danışanın sorunları ve çözüm yolları hakkında kendisinin ve gerekli ise ailesinin bilgilendirilmesi önemlidir. Bu ilke ayrıca danışanın kendi kendine yardımının da önemli olduğunu vurgulamaktadır (Eryılmaz,2011).
2.Umut ilkesi:
Umut kişinin yaşadığı sorunları çözebileceğine dair iyimser bir beklenti içinde, olumlu düşüncelerinin olmasıdır (Sinici, Aydın ve Öznur, 2018). Umut yeteneğine sahip bir kişi en zor durumlarda bile bir çıkış yolu olduğuna inanır (Peseschkian, 2009). Umut aynı zamanda, bireylerin amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olan eylemleri başlatıp sürdürmede ona yardımcı bir motivasyon kaynağıdır. Bireyi hem amaçlarını düşünmeye hem de bu amaçlara ulaşabilecek yolları bulabilecek yeteneğe sahip olduğunu düşünmeye sevk eder. Hayatında denge kurmak isteyen kişi bunu yapmak için gayret gösterdiğinde istediği sonucu alacağına olan inancının yüksek olması beklenir. Kişilerin hayatın genel olarak güzel olacağına ve gösterecekleri çabanın sonucunu alacaklarına ve böylece yaşanan sorunların çözüleceğine dair genel bir umudunun olması sorunlarla baş etme için etkili bir motivasyon kaynağı sağlamaktadır (Aypay ve Kara, 2018).
3.Denge ilkesi:
PPT Peseschkian tarafından denge modeline göre yapılandırılmıştır ve bu nedenle denge ilkesi pozitif psikoterapide çok önemli bir yere sahiptir. Denge modeli, her bir insanın dört yaşam bölgesindeki enerji dağılımını tanımlamaktadır. Bireyin yaşamında beden (sağlık, duyumlar), başarı (iş, performans) anlam (maneviyat, gelecekle ilgili umut) ve ilişkiler olmak üzere dört alan arasındaki enerji dağılımı dengelenirse, kişinin fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak sağlıklı olduğu düşünülür. Bu dört alandan birinde oluşan sorunlar dengesizliğe ve aşılması gereken bazı çatışmalara yol açar. Kişiler çeşitli sebeplerle ortaya çıkabilen çatışma durumularında bu çatışma ile baş etmek için bu dört alandan faydalanırlar. Eğer kişi çatışmadan kurtulmak için bu alanlardan birine fazlaca yönelirse veya bu alnalardan biri yetersiz olursa dengede bozulma ortaya çıkar. Bu da ruhsal sorun demektir. Örneğin çatışmalardan kurtulmak için kişi beden alanına fazla yönelirse kişide sağlıkla ilgili psikosomatik belirtiler ortaya çıkar. Bazılarında ise başarı ve performansa yönelik aşırı uğraşlar ortaya çıkabilir veya sosyal ilişkilerde yetersilik veya aşırılıklar ortaya çıkabilir (Peseschkian, 2000).
Yayın tarihi: 11/04/2020
©Telif hakkı. Bu yazı Nobel yayınları tarafından basımı yapılmış olan Klinik psikolojide Kullanılan Psikoterapi Yöntemleri isimli kitapta Klinik Psikolog İlhan Bozkurt'un yazdığı bölümden alıntıdır.izinsiz kullanılamaz.